AİKİDO'NUN TARİHÇESİ
SOKAKU TAKEDA VE DAITO-RYU AIKI-JUJITSU
Hokkaido’ daki bu zamanda Daito-Ryu Aiki Jutsu’nun büyük ustası Sokaku Takeda ile karşılaştı. Takeda ile karşılaştıktan ve kendisinin onunla boy ölçüşemeyeceğini anladıktan sonra Ueshiba her şeyi bıraktı ve kendini antrenmana verdi. Yaklaşık bir ay sonra Shirataki’ye geri döndü, bir dojo inşa etti ve Takeda’yı daha sonra onun da kabul edeceği gibi orada yaşamaya davet etti.
Takeda, son derece sert mizaçlı bir adamdı ve öğrencilerinin en küçük hatasını bile affetmez, onlara olmadık eziyet ederdi. Ancak Morihei buna aldırmaz; yemeği, yorgunluğu unutur; tüm dikkatini derslere verirdi. Bu gerçeğin bugünkü Aikido ile yakın ilişkisi vardır. O zamanlarda Budo dersi gören öğrenciler öğrendikleri her teknik için öğretmenlerine üç yüz ile beş yüz yen (bir yen yaklaşık yarim dolar) civarında bir ücret öderdi. Buna ek olarak o hocasına, odun kesmekte, su taşımaktadır. Eğitimin sonunda ailesinden ona kalan tüm sermayeyi bu eğitimde harcamış, bitirmiştir.
1919’un baharı sonlarında babasının çok hasta olduğuna dair bir telgraf alır ve bunun üzerine her şeyini, hocası Takeda’ya hibe edip Hokkaido’dan ayrılır.
ONASİBURO DEGUCHI'NİN RUHANİ ETKİSİ
Tren evine ulaştığında ilk duyduğu şey, Omotokyo adında yeni bir dinin lideri olduğunu söyleyen Onisaburo Deguchi’den bahsedildiğiydi. Morihei babası için yapılabilecek en iyi şeyin Omotokyo dininin merkezi olan Ayabe’ye gidip, babasının sağlığı için rahiplere başvurmak olduğunu düşündü. Küçüklüğünden beri ruhani olaylara, dinlere büyük ilgi duyar; ailesi de onu desteklerdi.
Rahip Deguchi’yi dinledikten sonra ruhunun derinliklerinde bir şeylerin sıkıştığını hisseder. Tekrar Tanabe’ye eve döndüğünde babası artık hayatta değildir. Ömründe en sevdiği insanın ölümünü karşılarken içinden de manevi kilitleri kırmaya, çalışmalarını ilerletip Budo’nun sırrına ulaşacağına yemin etti. Bu olaydan sonra yaşantısı tamamen değişti. Bazen beyaz bir giysiyle bir kayanın tepesinde oturuyor, bazen bir dağın tepesinde diz çöküp dua ediyor, sürekli Shinto dualarını okuyordu. Onu tanıyanlar son derece endişeliydi ve delirdiğini düşünüyorlardı.
1919 sonlarında Deguchi’yi hatırladı ve ailesini de toplayarak Ayabe’ye taşındı. Kalbini aydınlatan ışığı bulmuştu. Ayabe’de dağ eteğinde bir eve yerleşti ve 1926’ya kadar bir taraftan Ju Jutsu teorisi üzerine yoğunlaşırken bir taraftan Deguchi ile fiilen çalıştı. Çalışmaları ilerledikçe hasmının niyetini önceden sezen bir tür altıncı duyu geliştirdi.
AİKİ-JİTSU'DAN AİKİDO'YA
“15 yaşımdan beri kendimi Budo’ya vermiş, çeşitli eyaletlerde çeşitli hocalardan kendo ve jujutsu dersleri almış, eğitim gördüğüm tüm geleneksel budo sanatlarında birkaç ay içinde ustalaşmıştım ama hiç kimse bana Budo’nun özünü öğretmemişti. Sonunda cevaplarımı bulmak için dinlerin kapısını çalmış ama oradan da beni tatmin edebilecek bir yanıt almak mümkün olmamıştı. Sonunda o 1925 baharında, çok iyi hatırlıyorum, tam o bahçede yürümeye başlamıştım ki birden sanki evren çatırdamaya başladı ve altından yapılmış bir ruh yerden fışkırdı, gövdemi sardı ve beni de altına dönüştürdü. Aynı anda zihnim ve bedenim aydınlandı. Kuşların fısıltılarını anlayabiliyor, evrenin yaratıcısı olan tanrının düşüncelerini hissedebiliyordum.
İşte o anda tamamen aydınlığa kavuştum. Budo’nun kaynağı tanrının sevgisiydi ve sevginin ruhu tüm varlıkları korumaktı. Sonsuz sevinç gözyaşları yanaklarımdan süzülüyordu. O andan itibaren içimde tüm evrenin bana ait olduğu, dünyanın evim olduğu, ay güneş ve yıldızların bize ait şeyler olduğuna inancım doğdu ve gün geçtikçe bu inanç kuvvetlendi. Tüm istek ve ihtiraslarımdan kurtulmuştum, ün varlık ve pozisyon ve hatta güç… Budo düşmanımızı kuvvet uygulayarak düşürmek veya dünyayı silahlarla ele geçirmek yakıp yıkmak sanatı değildir. Gerçek budo evrenin ruhunu kabul etmek, barışı korumak, dikkatle üretmek, doğadaki tüm varlıkları korumak, kollamak ve yetiştirmekti. Budo, eğitim almak; çalışmak; doğadaki her şeyi koruyan, kollayan ve dikkatle yetiştiren, onları bizim akıl ve ruhumuzun bir parçası haline getiren ulu tanrının sevgisinden bir şeyler almaktır.”
“Gerçeği söylemek gerekirse Ueshiba ile Kodokan çatısı altında birleşmeyi arzu ederdim. Ancak o kendi ekolü üzerinde çalıştığından bu olanaksızdı ve bu duruma saygı duyuyordum. Bunun üzerine bizim sanatımızda yetenekli olanlardan birkaç kişi seçip Ueshiba’dan ders almaları için gönderdim.”
O Sensei’nin son derece sıkı çalışmalara bizzat katıldığını bilenler sıklıkla dojo’yu ziyarete geliyordu. Şayet sponsorlarca desteklenmiyorsa gösteriye yönelik hiçbir harekete ve bunu izlemek için seyirci toplanmasına izin vermediği gibi sair zamanlarda da laubali, kötü kılıklı, ayakta yahut kollarını kavuşturmuş olarak izleyenleri derhal dojodan dışarı attırırdı. Büyüyen Aikido topluluğunun eşliğinde O Sensei tekniğin yanlış kullanılmasına karşı önlemler almaya başladı. Öğrenci seçimi için daima en az iki kaliteli kişiden tavsiye istiyordu. Bazı öğrenciler yaşlı, bazıları ülkenin en ileri gelenlerinden, bazıları budo üstatları ve bazıları da çok önemli şahısların çocukları olduğundan günlük ders saatleri dışında pek çok özel ders saati de ayrılmıştı. Deshi’ler hemen hemen hiç dinlenmeden çalışmak zorundaydı.
O Sensei çalışmalarda Aikido’yu tüm diğer Budo’ların üzerinde tutuyordu. Nitekim kendilerine kısa bir kendo eğitimi verilen Aikido öğrencileri girdikleri bütün kendo müsabakalarını kazanmışlar, İmparatorlukça verilen kupaları O Sensei’ye getirmişlerdi. Budo alanında çalışan herkes artık açıkça Aikido’yu tanıyor, kendocular ve judocular çekinmeden dojoyu ziyaret ediyordu. 1939’da Kobukan Dojo Kobukai Vakfı’na dönüştü ve resmen 1940’da onaylanarak başına Isamu Takeshita getirildi.